Bu da Bir An, Bu da Bir Anı

Çok değerli akrabalarımdan biri olan, İletişimci sevgili Evrim Yenier ile yaptığım sohbet bana Audrey Tautou’nun başrolünde olduğu, Nisan 2001’de gösterime giren Fransız yapımı Amèlie filmini hatırlattı.

22 yaşındaki Amèlie Poulain, hayatını gün ışığında Paris’te yürüyüşe çıkmak, St. Martin’s Kanalı’nda taş sektirmek, yüzeyi hoşuna giden taşları toplamak gibi çeşitli küçük zevklere adamıştır. Çocukken kendisini eğlendirmek için oldukça ilginç bir hayal gücü geliştirir. Büyürken de, hayata ve içindeki insanlara derin bir ilgi ve merak gösterir.

Bir gün, Amèlie’nin hayatı bir anda değişir: gevşemiş bir banyo fayansının arkasında, bir çocuğun yıllar önce saklamış olduğu metal bir kutu bulur ve bu kutunun sahibini aramaya başlar. Bu arayış içerisinde kendisiyle bir anlaşma yapar; eğer kutunun sahibini bulursa, hayatını iyiliğe adayacaktır. Bulamazsa da “Ne yapalım...” der.

Sevgili Evrim’i dinlerken, karşımda değişime ve gelişime direnmeyen, bunu her şekilde hayatında yaşamak isteyen bir kişi gördüm. Sohbet içinde kendisi “Var olan durum benim hayatıma ne katıyor, ne tür bir değişim ve gelişim getiriyor?” dediğinde ben, “Acaba Evrim’den daha başka değerli ne hayat içerikleri öğrenebilirim?” dedim durdum.

Benim söylemem yetmez, bir de siz okuyun istiyorum. Bakın, Evrim geçtiğimiz 1,5 yıl içindeki deneyimlerini nasıl özetliyor:

“Pandemi değişik bir şey değil mi? Hepimize olduğu gibi, bana da farklı bir tecrübe oldu. Ben de önce bir panikledim, korktum, ‘Ne oluyor?’ dedim. Tarihin enteresan, değişik dönemine denk geldik. Bu belki geçici olacak; bizden sonraki nesiller belki hiç böyle bir şey yaşamayacak. Belki etkileri kalıcı olacak. Her iki gözle bakma çabasında, becerebildiğim zamanlarda dışına çıkıp bakmaya çalıştım. Buradan da önümüze neler düşecek, kısmetimizde neler olacak dedim.

Yani bende merak uyandırdı: korkuyu ve paniği herkes gibi hissettim elbette, ama ana his meraktı. Sürekli yeni bir şeyler oldukça da bu merakım devam ediyor. Önce kendi içimde hazmedip, sindirip; daha sonra da ailecek göğsümüzde yumuşatıp, merak durumuna geri dönmeye çalışıyorum. Çünkü şikâyet edip korkarak geçecek bir şey değil. Kendi adıma, ailem adına ve dünya adına bir şekilde yönetmeyi becermek lazım dedim ve böyle bir teknik geliştirdim sanırım. Yönetmem, merakı araya katınca biraz daha kolay oldu sanırım.

Genel olarak hayata bakış tarzım da bu şekilde galiba: dünyaya geldik; tek bir duyguda ve durumda takılı kalmaya gelmedik. Bir sürü şey tecrübe etmeye geldik. Bir kısmını seveceğiz, bir kısmını sevmeyeceğiz. Hep mutlu olmalıyım, her şeye hep takılı kalmalıyım gibi tutunduğum bir durum yok. Her zaman olumluyu yaşayamamakla beraber, olumluya çevirme gibi bir çabam var. Ve sanırım, genel olarak pragmatik bir yapıya sahibim: geldik, geçiyoruz ve önümüze bu düştü. Bundan da nasıl olsa kaçamayacağız, o zaman ne görüyorum ve ne öğreniyorum? Ne duyuyorum ve kendime ne katıyorum? Buradan çıkarken cebimde ne götüreceğim? Kendime ve etrafıma da nasıl bir faydam olur düşüncesindeki yapım ve bakış açım bu dönemde bana fayda sağladı diye düşünüyorum.

Benim de şöyle bir mottom var: Korkarsın da, Yaparsın da…

Çünkü ben hayatım boyunca bir sürü şey yaptım; yaptım diye korkmuyorum sandılar. Ama yaparken bayağı korkuyorum tabii; insanlar sevecek mi, kabul görecek mi diye düşünüyorum. Ama Korkarsın da Yaparsın da işleri içerisinde uzun zamandır konuştuğum bir şey olan kitap yazma işi ortaya çıktı. “Bir kitap yazsam acaba olur mu?” derken baktım ki ha bire yazıyorum. Bunları toplamaya karar verdim. Ben bir roman veya kurgu yazmıyorum. Genelde olaylara, durumlara ve duygulara kendi bakış açımı yazıyorum. Başkalarının bakış açısını da merak ettiğim için işin içine paylaşmak kısmını da koymak istedim.

Eşim Özkan çoğunlukla dışarda, onun mesleği inşaat. Evde olduğu zamanda kendine ait bir ofisi var. Elbette hepimizin bir arada olduğu zamanlarda arada zorlandığımız anlar oldu ama bu da bir dönem.  Kızımız bu sene orta sonda ve pandemide 8. sınıflar için okula gidebilme kararı alındı. Tabii ki maskeyle eğitim almanın zorlukları var ama birçok başka yönden bence iyi oldu. Okullarının kampüsü çok elverişli, bolca açık alanları var. Bodrum’da yaşıyor olmamızın ve iklimin de çok etkisi oldu. Ayrıca, arkadaşların birbirini görmeye, beraber olmaya ve yaşıtların birbirine dokunmasına çok ihtiyacı var. Bu açıdan, biz ailecek bu kararı olumlu yönde görmeye çalışıyoruz. Bu da bir an, bu da bir anı; bunu da al cebine koy.”

Yaşarsın da Aşarsın da projesine katıldığı ve deneyimlerini paylaştığı için çok sevgili Evrim Yenier’e bir kez daha kalpten teşekkür ediyorum.

Next
Next

Bir Yerde Kelebek Kanat Çırparsa...