Bir Yerde Kelebek Kanat Çırparsa...

Yıldız Teknik Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Görevlisi çok sevgili Doç.Dr. Nilgün Çolpan Erkan ile yaptığım sohbet bana 1995 yılı çıkışlı, 2 Oscar ödüllü ve yönetmeliğini Ron Howard’ın yaptığı “Apollo 13” filmini hatırlattı.

Apollo 13 filmi, 1970’teki başarısız olunan Ay’a gidiş görevini dramatize eden bir filmdir. Apollo 13 fırlatıldıktan sonra, daha Ay yörüngesine girmeden bir elektrik arızası yüzünden zorlu anlar yaşar. Ekip, uzay mekiğinde oksijensiz kalma tehlikesiyle Dünya'ya geri dönmeye karar verir. Fakat uzay mekiği çok büyük hasar görmüştür ve enerjisiz kalmıştır.

Bu filmde asıl vurgulanan temalardan biri Houston’daki NASA komuta merkezinin ve mühendislerin kısa süre içinde çözüm bulabilmek için sergiledikleri “Değişim ve Kriz Yönetimi”dir. Houston çalışanları, kısıtlı enerji ve olanaklar ile ekibi geri döndürebilmek için aralıksız olarak, yılmadan çalışmalarını sürdürürler ve uzay ekibini Dünya’ya geri getirmeyi başarırlar.

Sevgili Nilgün Hoca, pandeminin kişisel ve mesleki açıdan kendisine getirdiği deneyimleri anlatırken geçtiğimiz 1,5 yılın değerlendirmesini ayrıca doğal ve kentsel yaşam alanları kapsamında, şimdiki zamanın ve gelecekte oluşabilecek olasılıkların da altını çizerek sentezliyor:

“İlk etapta bilime çok güvendiğimi söylemeliyim. ‘Bunu da aşarız, domuz gribi ve kuş gribi gibi olur. Böyle bir ortaya çıkar ve sonra bilim adamları bunu aşmanın yolunu bulurlar.’ diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ama çok fazla zaman geçmeden ne kadar yanıldığımızı hep birlikte gördük.

Öğrenmemiz gereken çok şey olduğunu fark ettim. Salgından önce ne kadar büyük bir konfor balonunun içinde yaşıyormuşuz. Ve o konfor balonunun yer yer patladığına şahit olduk. Uyum sağlarken beceri geliştirmek zorunda olduğumuzu da gördük.

Artık ben, sen ya da biz ya da onlar değil; küresel anlamda hep beraber bir bütün olduğumuzu fark ettik. Bir tarafta bir kelebek kanat çırptığında, diğer tarafta ondan etkilenmemek mümkün değil. Biz bir yerde doğayı tahrip ediyorsak, başka bir yerdeki canlının bundan etkilenmemesi mümkün değil. Bu salgın bize bunu gösterdi.

Salgın aslında benim için kapanmayı ifade ediyor: eve kapanma, içe kapanma ve içe dönme gibi bir kapanmayı anlatıyor. Özellikle kentsel mekanlarda yaşayan, hele de metropoliten alanlarda yaşayan bizler gibi insanların, birazcık yavaşlamak zorunda olduğunu hissettirdi. Yavaşlamak, sakinleşmek, dinginleşmek gerekti. Çünkü kapanmadan önce o kentsel mekânın içindeki koşturmacada kendimizi dinleme şansına bile sahip olmadığımızı fark ettik.

Salgının bir başka ifade ettiği, daha da büyük bir yer tutan şey de ‘Uzaktan Eğitim’ konusu. Önce bir direnç gösterdik. Meslektaşlarımla ve iş arkadaşlarımla birlikte uzaktan eğitimin nasıl yapılacağına dair bir endişe yaşadık. ‘Yapamayız; uygulamalı bir eğitimle, dirsek dirseğe öğrencilerle çalışıyoruz.’ dedik. Ama sürecin devamında, işin içine düştüğümüzde can havliyle o süreci aslında çok daha güzel kotardığımızı söyleyebilirim. Yapılan görüşmelerde ve toplantılarda bölüm olarak bu konuda oldukça başarılı olduk.

Nasıl yaptık? Adapte olduk; birden uyum sağlama konusunda bir beceri geliştirdik.

Zaten her zaman düşündüğüm konulardan bir tanesiydi bu: Uyum sağlama becerisi yüksek olan insanlar ayakta da kalıyorlar, hayatta da kalıyorlar. Biz de bunu geliştirdik. Teknik işleri çözmek, sunum yapmak ve öğrencilerin projelerini tahsis etmek konularında hemen asistanlarımız bize çok yardımcı oldular.

Ama çok önemli bir şey vardı: Her ne kadar biz ve öğrencilerimiz hazırlıklı olmaya çalışsak da alt yapı, teknik olarak ve malzeme açısından hazır olmayan veya bu olanaklara erişemeyen öğrencilerimiz olduğunu gördük. Kimi zaman çok üzüldük, kimi zaman umutsuzluğa kapıldık. Ama bir şekilde bunu da çözmenin yolunu bulduk: bunu da dayanışmayla aşmaya çalıştık.

Değişimi yönetmek önemli konulardan bir tanesidir ve bunu yapmak zorundayız. Çünkü öyle bir yüzyılın içindeyiz ki her şey süratle değişiyor. Önemli olan değişim sürecine uyum sağlamak ve bunu olumlu yönde geliştirebilmeye çalışmak.

Kentlerde doğal hiçbir unsurun kalmadığını fark ediyoruz. Biz bunu yapmaya devam ettiğimiz sürece Covid 19 gider, onun 20’si 21’i gelir. Biz bu salgınlardan kurtulamayız. Bu salgın süreci bizim için bir uyarı, bir alarm. İnsanların doğayı tüketmeden yaşamaları gerektiğini bize sunan çok önemli bir fırsat.

Eğer bu küresel salgınlardan kurtulmaya niyet ediyorsak, bizim şu andaki en önemli hedeflerimizden biri değişirken ve dönüşürken doğaya uyum sağlamayı becermek olmalı.”

Yaşarsın da Aşarsın da projesine katıldığı ve deneyimlerini paylaştığı için çok sevgili Nilgün Çolpan Erkan’a bir kez daha kalpten teşekkür ediyorum.

Previous
Previous

Bu da Bir An, Bu da Bir Anı

Next
Next

Yaşamak Çok Güzel