İlk Günüm Nasıl Olacak?

* Bu yazı ilk olarak 2019 yılının Eylül ayında Petitmag’da yayımlanmıştır.

 

“İlk günüm nasıl olacak?”

“Neden eski okulumda değilim?”

“Ya hiç arkadaş edinemezsem?”

“Çok korkuyorum çünkü bütün gün senden ayrı olacağım.”

Okulların açılmasına günler kala, çocuğunuz belki de şu birkaç gün içinde size bu ve buna benzer bir sürü soru ve cümleyi yöneltmiş olabilir. Siz de belki kendinize bu ve buna benzer soruları yöneltiyorsunuz.

Çünkü okula başlangıç süreci sadece çocukları ilgilendiren ve onların bireysel yaşantı ve deneyimleri değil, anne babanın da kendilerinin neler hissedip yaşadıklarıdır. Çocuğumuz ne hissediyor ve ne yaşıyor önce bir kere onu anlayacağız, saygı duyacağız. Sonra da kendimize bakacağız, biz ne hissediyoruz ne yaşıyoruz ki bazı tepkileri bilinçsizce hatta bazen de bilinçlice yapıyoruz.

Öyleyse, “okulun ilk günü” fikri kendinizi nasıl hissettiriyor; bunu bir düşünmenizi istiyorum. Bakın bir bakalım aklınıza gelen görüntü ve anılar neler? Bazen olumlu ve yapıcı, bazen de olumsuz ve kaygılı olabilir duygular ve düşünceleriniz. Bir kısmı sizin kendi ilk deneyimlerinizden getirdikleriniz ki buna kendi okul yıllarınızdaki yaşantılarınız ve ailenizin size karşı tutum & davranışları giriyor; bir kısmı da siz anne baba olduktan sonra sosyal çevrenizin gelişmesiyle gördüklerinizin ve duyduklarınızın bir araya gelişi.

Geniş ve çekirdek ailelerimizden olumlu aldığımız mesajlar, söylemler, sevgi ve saygıyla dolu destek & davranışlar bizim de çocuğumuzla aramızdaki ilişkinin sevgi ve saygıya dayalı, sağlıklı ve yapıcı olmasını sağlar. Olumsuz mesajlar ve öğretileri ise hatırlayacağız belki ama bunların çocuklarımızın gelişimlerinde zarar vereceğini ve fayda etmeyeceğini mutlaka bileceğiz.

Bazı anne babalar için ilkokula başlangıç süreci, çocuklarından tamamen ayrılacakları ilk deneyim olabilir. İçinizde ve daha sonra dışarıya yansıttığınız bir sürü karışık duygu ve düşünce hissediyor olabileceksiniz, zira siz ve çocuğunuz hayatınızda aslında heyecanlı ama yeni ve farklı bir döneme girmeye başlıyorsunuz. Yine bazı anne babalar birinci veya ikinci çocuklarından çok deneyimli olup sonrakilerin başlangıç ve ayrışma süreçlerinde farklı hisler yaşıyor olabilir. Bu geçiş dönemini biraz kolaylaştırmak adına sizlere birkaç önerim olacak.

“İyi” Bir ‘Hoşçakal’ Diyebilmek

Bir anne-babanın çocuğuna karşı okulun ilk haftasındaki zihin ve davranış tutumu çok ama çok önemli. İngiliz Klinik Psikolog Dr.Genevieve Von Lob, “Beş Derin Nefes” isimli kitabında çocukların anne ve babalarının ne söyleyip hissettiklerinden nasıl hemen ve kolayca etkilendiklerini, adeta bir akort çatalı (tuning fork) benzetmesiyle yapıyor. Bizler ne kadar gerçek his ve düşüncelerimizi gizlemeye de çalışsak, bedensel ve davranışsal ifadelerimiz çocuklarımız tarafından hızlıca ve aynı titreşimle hissedilir. Çocuk için iyi ve olumlu başlayan bir sabah, anne babanın sorduğu kaygılı ve karışık sorular karşısında bir anda değişebilir ve anne babanın kaygısına eşit düzeye gelebilir. İşte bu yüzden, belki yine o sabah okul konusunda yanlış karar verdiğinizi veya çocuğunuzun duygusal olarak kesinlikle hazır olmadığını düşünüyorsunuz. Belki de siz veya eşiniz bu ayrılığa hazır değilsiniz. Eğer siz ilk gün ve o hafta her sabah çok duygusal hissediyorsanız duygularınızı kararında ve dengeli yönetebilmeniz çok önemli, zira iyi bir ¨Hoşçakal¨ çocuğunuz sizin dayanıklı ve özgüvenli olduğunuzu görmesine ve ayrışma dakikalarını olabildiğince daha az stresli atlatmasına yardımcı olacak.

Ayrışma Kaygısını Anlamak: Seni Görüyorum, Seni Duyuyorum, Haydi İlerleyelim Artık

Çoğu hatalı ebeveynlikte, okulun ilk günü ve haftası sınıfın girişinde veya içinde çocukların ayrışma kaygısı duymazdan gelinir; bir an önce uyum göstermesi ve bunun hemen ışık hızında olması beklenir. Duygularını ve tepkilerini gösteren çocukların azarlanması, eleştirilmesi, anlayış gösterilmemesi, ayıplanması, bastırılması, duygusal ve hatta fiziksel zorlanması görülür. Neden? Kendi deneyimlerimizden az çok bahsettim ama bir de yapılacaklar listesiyle koşullandırıldık, öyle yaşıyoruz. Çocuk doğar, büyür, yürür, yer, okula gider, hemen alışır, vb. şekilde düşünmeye sürüklendik. Acelemiz var bir de. “Ötekiler” gibi olsun istiyoruz çocuğumuz. Nedir kimdir o öteki çocuklar? Nasıl yanlış ve illüzyonlu bir kavramdır bu aslında. Farklı, çekingen, pısırık, korkak, ağlak, eksik olmasın. Hemen girsin sınıfa, hemen alışsın.

Şimdi bunları içeren cümle örneklerine bakalım: ¨Aaa ne o ağlıyor musun? Çok ayıp, erkek adam ağlar mı hiç? ¨ Bir başkası… ¨Dur çekil kızım yapışma öyle bacaklarıma. Yapma diyorum. Yüzüme bak! Kızmaya başlıyorum ama! ¨ Şöylesi de var: ¨Ay ay kıyamam, ağlama bebişim; canım ay canım ya. Geçecek (sıfat koyun buraya), geçecek… Ayyy geri mi dönsek eve acaba? ¨ Belki şunu da duyarız: ¨Unut unut! Sana aldığımız (buraya bir oyuncak markasının ismi koyun) eve gelince unut. Çöpte! Atıyorum ben şimdi eve gidince. Nedir bu yahu, okula ağlamadan başlayacağım diye söz verdin, nerde söz? Ne çabuk unuttun?”

Disney ve Pixar’ın ortak yapımı olan “Inside Out” filminin her anne baba tarafından izlenmesini şiddetle tavsiye ediyorum. Bir çocuğun beyninin içindeki duygulara (neşe, üzüntü, öfke, kaygı ve tiksinti) yakın çekim bakılması ve onların ne ifade ettikleri harika anlatılıyor. Neşenin hep iyi niyetli baskın duygu olma çabaları ve üzüntüyü kibarca bastırıp durdurmaya çalışması asıl işlenen tema. İnanılmaz anlamlı, bilinçli ve faydalı; tekrar ediyorum özellikle anne babalar için!

Ayrışmanın çocuğunuzdaki yansımasını, sizi bırakmak istememesini, korkularını, kaygılarını, farklılığını anlayın, bundan utanmayın, çekinmeyin. Korkuya, endişeye, kızgınlığa saygı gösterin. Gülümsemeyi alkışladığınız kadar, sahneye üzüntü çıkınca da kendini göstermesine izin verin.

Kendi çocuklarımın zor anlarında onları anlamak için geliştirdiğim, çokça kullandığım ve okula bırakırken de çok faydasını gördüğüm bir yöntemden bahsetmek istiyorum:

“I See You, I Hear You! Now Let’s Move On!”

Londra’da yaşayanlar bilir: özel okulların neredeyse hepsinde okul servisi uygulaması yok. Her gün sabahtan ben, bazen de eşim bırakıyor çocuklarımızı. Yine bir sabah okula giriş kapısından geçtik, oğlum Ali (8 yaşında, 3. Sınıf öğrencisi) kendi başına üst kattaki sınıfına doğru gitti. El salladık vedalaştık, sırada kızım Defne’nin sınıfına gitmek var. Kapı öncesi koridorda ceket, şapka asılma yerlerindeyiz. Defne asıyor ama dudaklar titriyor, gözleri doluyor, sarı kirpiklerinin ucundaki şeffaf yaşlar iyice kızarmış yanaklarından akarken benim de hemen gözlerim doluyor. Ben çok çabuk ağlarım bu arada. Bir güzel sarılıyorum kendimi toplamak için. Sonra hemen yüzüne bakıp gülümsüyorum, hem de kocaman. Yoksa göğsüme kapanıp uzun soluklu ağlama niyetinde olabileceğini çok iyi biliyorum.

Seni Görüyorum: Yaşadığın duyguyu, bedensel yansımalarını ve davranışa dönüşmelerini anlamaya çalışıyorum. Beni bırakmak istemiyorsun, bu yeni sınıfın sana daha büyük gözüküyor. Eski anasınıfındaki oyuncaklar yokmuş öyle demiştin.

Seni Duyuyorum: Hislerinin sözel ve sözel olmayan şekilde yansıtmalarını kabul ediyorum. Zorlanma anlarında bu kalıpları onlara direk söylemiyorum ama sarılarak, konuşmasına izin vererek, lafı ağızlarına tıkmayarak gerçek ihtiyacını anlamak istiyorum.

Çocuklar gerçekten ne demek istiyor aslında?

1) Korkuyorum

veya

2) Güvende değilim

Haydi İlerleyelim Artık: Her ikimiz için de aslında ihtiyaç molası bitti. Yolu tıkamayalım, ilerleyelim lütfen!! Asıl ihtiyaç stres anındaki beynin ve vücudun gerginleşmesini sakinleştirmek ise sarılıyorum, Defne’nin beyninden bol bol Oxytocin-Oksitosinin hormonu yayılıyor ve onu rahatlatıcı sevgi dolu sözler söylüyorum. Güven tazelemek ise ihtiyaç, Defne’nin o anda kaygılı olduğunu ve benim onunla kalmamı istediğini bildiğimi ona söylüyorum. Ancak okulun tam gün olduğunu ve benim de işim gereği çalışmam gerektiğini, öğleden sonra gelip alacağımı, belki sesim titreyerek ama gülümseyerek hatırlatıyorum. Bir anlık dinginlik ifadesini yüzünde yakaladığım anda, bedenen ve zihnen sakinleşen çocuğumu artık bırakmam lazım. Tekrarlar mı diye ben kaygı yaşarsam hissedecek biliyorum, o yüzden kendi duygularımı kontrol ederek asıl veya yardımcı öğretmene teslim edip ama mutlaka ‘Hoşça kal’ deyip arkamı dönüp çıkıyorum. Bazen ağlar halde de bırakmam gerekiyor çünkü okula ve eğitim kadrosuna güveniyorum. Güvenmem lazım, yoksa kendi kaygılarım içimi, günümü ve belki de aylarımı yiyip bitirecek.

Bazen de en sevdiği okuma veya oyun köşesine doğru dikkatini çekiyorum ya da götürüyorum. ¨Yeni bir kitap gelmiş olabilir mi sence; bunu daha hiç görmemiştim. ¨ diyerek beynindeki keşfetme ve ilgi duyma alanlarının bulunduğu ön lobların aktive olmasını sağlıyorum. Yine öğretmenlerinden biriyle göz teması kurarak aramızda anlaşıyoruz. Defne’yi ona teslim ediyorum. O zaman da kaçarak, sıvaşarak değil. Verdiğim mesaj onu terk etmek ve kaybolmak olmamalı. Verdiğim mesaj onu dinlediğim, her duygusunu anlayacağımı ona gösterdiğim ve onun dayanıklı olabileceğine inandığımı hissettirdiğim.

Previous
Previous

How Cultural Diversity and Homesickness Affected My Motherhood?*