Yapacak Birşey Var!
“Gurbetten gelmişim yorgunum hancı,
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş.
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Perdeleri ger yavaş yavaş.”
Annem Pedagog Ferda Çobanoğlu ile yaptığım sohbet, bana Tanju Okan’ın sesinden kalbime işleyen o meşhur “Hancı” şarkısının şu dizelerini hatırlatıyor. Türkiye’ye gideceğim ve aileme kavuşacağım günlerin özlemini şiddetle yaşıyor ve dişimi sıkarak şu günlerin bir an önce bitmesini umut ediyorum.
Annem, pandemiye dair şahsi deneyimini ve tüm bu süreçteki kilit tecrübeyi torunu Ali ile yaşadığı bir anekdot ile açıklıyor:
“Burada her şey inişli çıkışlıydı ve pandemi oldukça sıkıntılıydı. Kısıtlanmaların, telaşın, korkunun ve travmaların olduğu bu konuların içine, çoluk çocuk balıklama girdik. Tereyağından kıl çeker gibi kolay bir şey olmadığını fark ettik ve ‘Biz bununla baş ediyoruz.’ cümlesinin hiç kimsenin ağzından çıktığını zannetmiyorum. Tecrübeler şaşkınlığa, umutsuzluğa ve korkuya dönüştü. Herkes gibi ben de ciddi bir şekilde etkilendim ve bundan adam akıllı nasibi aldım.
Torunum Ali bir gün, her hafta yaptığımız görüntülü görüşmelerinden birinde bana dedi ki: ‘Anneanne, sen hep ‘Oldu bir kere. Yapacak bir şey yok!’ diyorsun. Neden yapacak bir şey yok?!’
Bu benim kilit noktamdı.”
Annem o zamana kadar birkaç kez söylediği bu cümlenin, Ali’de nasıl bir etki yarattığını bilmiyor. Ancak Ali’nin ona ayna olup, yansıtma yapmasıyla fark ediyor. Kendi yaşadığı ve elbette geçerli olan duygu ve düşüncelerinin, karşı tarafta ne gibi yansımalar yarattığını görmesi anneme hem Ali’ye daha empatik yaklaşmasına olanak sağlıyor hem de kendisinin devam eden pandemi günlerine artık nasıl bir bakış açısıyla yaklaşması gerektiğine ışık tutuyor.
O günden sonra “Yapacak bir şey var!” diyor ve zor da olsa pandeminin getirdiği türlü zorluklar ile baş etmek için bir çıkış yolu buluyor. Bilgelik ve yaratıcılığı birleştirerek, zihnine, bedenine ve ruhuna iyi gelecek çözümleri üretiyor. Örneğin, dışarı çıkmanın mümkün olmadığı günlerde evde bisiklet çevirme hareketleri deniyor. Çok uzun yıllar önce severek yaptığı kumaş boyama/batik çalışmalarına tekrardan başlıyor. İkinci kapanma döneminde ise, dayanıklılığı azalmaya başlayan zihinsel tutumu için pozitif psikoloji ve çağdaş yaklaşım içerikli kaynakları okuyarak, inişli çıkışlı deneyimlerin üstesinden geliyor.
Annem sadece kendi deneyimini değil, 7’den 70’e, Türkiye’deki herkesin pandemi döneminde yaşadıklarını şöyle özetliyor:
“Yaşdaşlarım büyük bir sınavdan geçti ve geçiyoruz. Çok sevdiğimiz arkadaşlarımızdan ve dostlarımızdan kayıplarımız oldu. Bunlar bizi çok üzdü ama ümidimi yitirmedim. Bir de pandemi döneminde en çok ciğerime dokunan şey çocuklara haksızlık edildiğidir. Travmalarla beraber bozukluklar başladı, gece uykuları bozuldu, yemek bozukları çıktı ve kaygılar, takıntılar arttı. Kısıtlama ve korumalarla birlikte, çocuklara umut verecek ortamlar gittikçe azaldı.
Çocukların camdan yalvararak sokaklara baktıklarını, o parklara inemediklerini ve uyarılarla evlere geri götürüldüklerini gördüm. Kendi başına dışarı çıkamayan o çocuklar ve ergenler kaygılı, dürtüsel bozuklu ve nerdeyse takıntılı hale geldiler. Pandemide bu çocuklar ve ergenler yara aldı.
Arkadaşlıklardaki ilişkiler, online olanlar bile bozuldu. Bir bağ dokusu kuramadılar; elle temas edemediler ve bir topun arkasından koşamadılar. Uzmanlar olarak biliyoruz ki, bir gün çocuklar okulda buluştuklarında da rahat olmayacaklar.
Bu çocuklara umudu vermek ve pozitif ebeveynlik yapmak gerekiyor. Yapacak bir şey var! O yapılacak olan maddesel ve oyuncak değil. Anne babalar çocuklar ne öğrendiler diye dertlenmesinler, nasıl oynayamadılar diye düşünsünler.
Diyeceğim o ki; çocuklar oynasınlar bundan sonra! Bir şeyleri az öğrendiler belki (akademik olarak) veya arayı kapatanlar oldu ama çocuklar bu yaz oynasınlar. Mahalle arkadaşlarıyla, kuzenleriyle ve birbirleriyle.”
Yaşarsın da Aşarsın da projesine katıldığı ve deneyimlerini paylaştığı için çok sevgili annem Pdg. Ferda Çobanoğlu’na bir kez daha kalpten teşekkür ediyorum.